Sadece Avrupa 'nın değil, düııyaııııı eıı büyük ve kalabalık kentleriııden biri olan İstanbul'da birbiri ardıııdan yükselmeye başlayan yüksek yapılar, birçok sorunu da beraberlerinde getirmektedir. Mimarlar Odası Başkanı Sayııı Oktay EKİNCİ ile keııt-gökdelen ilişkisi ve İstanbul'dakiyüksekyapılarınsarımları üzerine konuştuk. YANGIN ve GÜVENLİK DERGİSİ: Bilindiği gibi İstanbul dünyanın en kalabalık şehirlerinden biridir. Çok kısa sürede büyük yoğunluğa ulaşan İstanbul nüfusunun en önemli ihtiyaçlarından biri de barınmadır. Barınma ihtiyacının çağdaş bir şekilde karşılanması için yüksek yapıların inşa edilmesi kaçınılmaz görünmektedir. Öte yş eahnidr ai nç i, nş de eh rsion ryuentlearrsai zn ae ldt ey na poı lsmı naekdt ae n, iayylreı cyaü şkes he kr i bn i tnaarli ahri siluetini bozmaktadır. Bu konudaki görüş ve önerileriniz nelerdir; şehir-gökdelen ilişkisi nasıl olmalıdır? OKTAY EKİNCİ: Hızla artan nüfus karşısında barınma sorununun çözümü için yüksek yapıların zorunlu olduğu şeklindeki bir söylem gerçekçi değildir. Artan nüfusu büyük apartman blokları, ya da eleştirel dildeki adıyla banıııma siloları yerine, daha insancıl ve toprakla ilişkiyi bütünüyle kesmeden az katlı ve hatta bahçeli konut düzenlemeleri içersinde iskan ettirebilen bir çok ülke vardır. Örneğin dünyanın en kalabalık kentlerinden biri olan New-York'da bile halkın büyük çoğunluğu, sanıldığı gibi o fotoğraflarda kenti simgeleyen gökdelenlerde ya da benzer kule binalarda değil, tek katlı, iki katlı ve mutlaka kendine ait bahçeleri de bulunan evlerde yaşamaktadır. Dünyanın özellikle gelişmiş ülkelerindeki yüksek yapıların varoluş gerekçesiyle, bizdeki apartmanlaşma ve giderek gökdelenleşmenin nedenleri arasında ciddi farklar bulunuyor. Bir çok Batı ve Uzak Doğu kentinde i§levsellikten ve kentsel mekanlardaki özelliklerden kaynaklanan yüksek yapılaşma, Türkiye'de bu tür mimari ve şehircilik kurallarından ötürü değil, ağırlıklı olarak arazi kullanımındaki ranta ve spekülasyona dönük imar politikalarıyla ortaya çıkıyor. Başka bir deyişle kent toprakları üzerindeki kişisel çıkarların öncelikle gv öe zael tt i yl daipğıi bd ei rni gme al er rdi nü iz eanl ti-, üysatpeı dl aerrı en kk ye nü tkbs ei llimmei skiunrea nl l ea dr ıennı oluyor. Aslında, yüksek yapılar ya da gökdelenler, yüzlerce kişinin hatta kimi zaman birkaç bin kişinin belli bir mekansal birliktelik içinde ve bir arada etkinlik göstermelerini gerekli kılan mod.ern kullanımlar için ortaya çıkmış bir mimari çözümdür. Büyük iş binaları, yönetim binaları, uluslararası örgütlerin dev merkezleri ve kimi büyük otellerin gökdelenler şeklinde tasarlanması YANGIN VE GÜVENLİK DERGİSİ SAYI 6 OKTAY EKİNCİ Mimarlar Odası Başkanı ve gerçekleştirilmesi, anlaşılabilir bir mimari gereksinmeden kaynaklanıyor. Bu tür yüzlerce ve binlerce kişinin aynı binada bulunmasının zorunlu olduğu kullanımlarda, alçak katlı ve yatayda büyüyen, dolayısıyla zeminde yayılan çözümler rasyonel olmayabilir. Çünkü, özellikle bina içindeki sirkülasyon (dolaşım) için gerekli olan alanlar çok fazla olacak; dahası, yine bu sirkülasyon yatay akslarda yeterince sağlanamayacaktır. Oysa, bina yükseldiğinde, düşey sirkülasyon olanakları hem daha hızlı, hem de en az yer işgal edecek şekilde devreye girebilmektedir. Nitekim ABD'nde ilk gökdelenlerin yapımına başlandığı 19. yüzyılın ikinci yarısında, aynı anda asansörteknolojisinin degelişmesikuşkusuz birbirini yakından etkilemiştir. Yine aynı dönemlerde Amerikan çelik endüstrisinin gösterdiği gelişme de gökdelenlerin doğuşunda önemli etken olmuştur. Çeliğin yapı karkasında güvenilir bir strüktürel malzeme olarak yerini alması ve ABD çelik tekellerinin de bu pazarı körüklemesiyle, gökdelenleşme dünyadaki yerini almıştır. Yüksek yapıların bu evrimi ile bizdeki apartmanlaşmayı kıyasladığımızda, hem amaç açısından, hem de sonuçları bakımından oldukça ayn bir konumda bulunduğumuzu görürüz. Birincisi, konut amaçlı kullanım, öyle çok sayıda insanın ya da ailenin aynı binada bulunmasını gerektiren bir kullanım türü değil. Bu nedenle özellikle son yılardaki toplu konut uygulamalarında gözlenen ve 15-20 katlı apartmanlarda 60, 80 hatta 1 00 dairenin (yani 100 ailenin) aynı binada bulunduğu projeler, mimarlığın ve şehirciliğin insana önem veren temel ilkelerine ters olduğu gibi, dünyadaki gelişmelerle de açık çelişkiler taşıyor. Oysa, toplu konut uygulamalarında bile olsa, bu tür kuleler yerine, bizim geleneksel kent dokumuzda da tarihten gelen birikimleriyle örnek oluşturan, alçak katlı mahalleler ve sokaklar yeğlenebilir. Az sayıda olmasına karşın, kimi böylesi yeni projeler de toplu yerleşim alanlarında gökdelenlere özenmek yerine ev kültürüne ve kent kimliğine bağlı kalmanın daha kullanışlı ve yaşanılır ortamlar yarattığını gösteriyor. Uy öyngeatri md übni ny aa s ıi -l eo t ea lr avm. bı.z kd au kl lia ni kı mi nlcai r bi içri nf adrek ,o irşt amy ae rçkı ekzain gökdelenlerimizde, şehircilik ilkelerinin ve genelde toplum yararının yine bir kenara itilmiş olmasıdır. Bu tür yüksek yapılaşmada en önemli ve belirleyici koşul yer seçimi iken ve bu seçimin mutlaka kentin doğal, kültürel ve estetik değerlerinin yanı sıra, özellikle alt yapı olanakları ve dengeleri gözetilerek yapılması gerekirken, özellikle l 980'li yıllardan sonra ortaya çıkan gökdelenlerde bunların tümü gözardı edilmiştir. Kent içindeki herhangi bir arsada gökdelen izni verilebilmesi için, o arsaya sahip m
RkJQdWJsaXNoZXIy MTcyMTY=